Unutulmamalıdır ki “kişilik, bireyin kendisi ile çevresi arasındaki ilişkiyi temsil etmektedir ve insan davranışını anlayabilmek için hem bireyi (geçmiş öğrenme ve tecrübelerini), hem de çevresini (bireyin farkında olduğu ve tepki verdiği uyarıcıları) göz önünde bulundurmak gerekmektedir”.
Albert Bandura tarafından öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini açıklamak üzere ortaya konulan sosyal öğrenme kuramını sadece taklit ve gözlemin insanın öğrenme sürecini açıklamakta yetersiz kaldığı için, Bandura kuramına “düşünme, hafıza, dil ve davranışların sonuçlarını tahmin etme ve değerlendirme” gibi insan yaşamında yeri geldiğinde hayati önem taşıyan bilişsel süreçleri de katarak kuramını genişletmektedir.
Bandura’ nın (1987) “sosyal öğrenme kuramı”, bir çocuğun “mizaç” olarak da nitelendirilebilinecek duygusal, bilişsel, psikolojik anlamda sadece o bireye özgü olan bütün belirleyici karakteristik özelliklerinin bebeklik ve erken çocukluk dönemlerinde maruz kaldığı ve öncelik sırasında ebeveynlerinin tutumlarının yer aldığı pozitif ya da negatif sosyal pekiştireçlerce şekillendirildiğini önemle vurgulamaktadır.
Sosyal öğrenme kuramına insanı dış çevrenin etkilerine karşı pasif, etkisiz, sürüklenen bir varlık olarak değil de, kendi yaşamının gidişatının aktif bir katılımcısı olarak ele almaktadır; çünkü insan bilişsel, psikolojik ve fiziksel yapıların bir bütünüdür Sosyal öğrenme kuramının genel prensipleri şu şekilde sıralanmaktadır
Davranışçılar öğrenmenin davranışta eş zamanlı, ivedilik içeren ve kalıcı bir değişiklik olması gerektiğini düşünürken; sosyal öğrenme kuramının savunucuları, gözlemle öğrenilen davranışın performansa yansımasının uygun ortam, uygun zaman, uygun durum dahilinde gerçekleşeceğini; görünür bir davranış değişikliği olmamasının, öğrenme eylemine dair bir ölçüt olamayacağını ifade etmektedirler.
Copyright Ebru ER